HUKUK VE ADALET
1. ÜNİTE : YAŞAMIMIZDA HUKUK VE ADALET
Adaletli Olmalıyız :
Adalet, toplumun bir arada güvenli ve huzurlu bir ortamda yaşaması için temel şartlardan biridir. Bir ülkede yaşayan bireylerin birbirine karşı adilane tavır ve davranışlar sergilemesinin yanında, ülkenin tüm yöneticilerinin ve tüm kurumlarının aynı şekilde adaletten ayrılmadan görevlerini yerine getirmesi zorunludur. Elbette adalet bireylerin kendi başlarına sağlayamayacağı kadar önemli bir meseledir. Bu nedenle adaletin nihai sağlayıcısı ve koruyucusu devlet ve devleti yönetenlerdir.
Themis Heykeli (Temis Heykeli) : Themis Heykeli dünyanın birçok ülkesinde hukuk ve adaletin sembolü olarak kabul edilmektedir. Ülkemizde de adaletle ilgili kurum ve kuruluşlarda (İstanbul Çağlayan Adliyesinde olduğu gibi) yer almaktadır. Themis, Yunan mitolojisinde hukuk ve adalet tanrıçası olarak nitelendirilmektedir ve tanrıların ve insanların babası Zeus’a öğütleriyle yol göstermesi özelliğiyle tanınır.
Adaletli insanların olduğu bir toplumda; hangi din, dil, ırk ve renge sahip olunursa olunsun farklılıkların bir arada yaşaması mümkün olur. Böylelikle toplum daha yaşanılabilir hâle gelir. Adil olan bir insan başkalarının hakkına saygı gösterir, herkesin sırf bir insan olması nedeniyle değerli olduğunu, doğuştan gelen hakları olduğunu ve insan onuruna uygun bir muameleyi hak ettiğini kabul eder. Adil olan insana, adaletle davrandığı için herkes güvenir; canını ve malını ona teslim etmekten çekinmez. Adil olan bir insan kendisine yapılmasını istemediği bir davranışı, başkasına da yapmaz. Adil insana ait bu nitelikler toplumsal huzurun sağlanmasında etkilidir.
Eşitsizlikler Eşitleniyor :
Yaşadığımız toplumda kadınlar, engelliler, yoksullar, yaşlılar, şehit yakınları, gaziler ve diğer özel gereksinimli bireylerin zaman zaman içinde bulundukları durumları nedeniyle sosyal, ekonomik veya siyasi yönden birtakım zorluklarla karşı karşıya kaldıklarını görebiliyoruz. Örneğin; kadınlar, yakınları olan erkekler tarafından şiddete maruz kalabilirken engelliler ise günlük hayatta engelli olmayan insanların faydalandığı imkânlardan yararlanmakta güçlüklerle karşılaşabilmektedir. Yine, evin geçimini sağlayan kişi hayatını kaybettiğinde, şehit veya gazi olduğunda, ailesi bir takım zorluklar yaşayabilmektedir. Bunların haricinde üstün yetenekli bireyler de akranlarından farklı davranışlar sergiledikleri için çevreleri tarafından dışlanma tehlikesiyle karşı karşıya kalabilmektedir. İşte burada bahsi geçen ve taşıdıkları özellikler nedeniyle dezavantajlı bulunan grupların dezavantajlarını azaltmak ve uzun vadede engellemek amacıyla ortaya konulan hukuki düzenlemelere, politika ve uygulamalara pozitif ayrımcılık denilmektedir.
Toplumsal adaletin sağlanmasının araçlarından biri olan pozitif ayrımcılık kavramı, özellikle gelişmiş ülkelere ait anayasalarda ve yasalarda ayrıca ülkemizde de giderek daha fazla yer almaktadır. Anayasamızın 10. Maddesinde 2010 yılında yapılan bir değişiklikle pozitif ayrımcılık hukuk sistemimize kazandırılmıştır: … Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz. Çocuklar, yaşlılar, engelliler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz.
Anayasamızın bu maddesiyle ülkemiz, pozitif ayrımcılığı yalnızca kabul etmekle kalmamış, devleti bu ilkeyi yaşama geçirmekle de yükümlü kılmıştır.
Adalet, Eşitlik ve Hukuk :
Genel olarak adalet, “Herkese hakkı olanı veren, bireylere hürriyet ve eşitlik sağlayan, insan haklarına saygılı ve insanları mutlu eden bir hedeftir.” Dolayısıyla adalet kavramı hukukun temelini ve asıl amacını oluşturur. Zira hukukun nihai amacı adaleti gerçekleştirmektir. Bunun yanında adalet denilince akla gelen ilk kavram eşitliktir. Unutmayalım ki adalet ve eşitlik her zaman aynı anlama gelmez.
Adalet, bazen herkese eşit davranmak, bazen de yaşamın içinde var olan eşitsizliği gidermek amacıyla kişilere durumlarına göre davranmaktır. Devlet de hukuk yoluyla bazen kanun önünde herkese eşit davranılmasını öngörmekte, bazen de özel gereksinimi olanlara yönelik (pozitif ayrımcı/sosyal adaleti gözeten) düzenlemelere gitmektedir.
Adalet, eşitlik ve hukuk kavramları birbiriyle oldukça sıkı ilişki içerisindedir. Öyle ki adaleti sağlamanın en önemli yollarından biri eşitliktir. Hukuk kuralları da genel ve herkese eşit biçimde uygulanacak hükümler getirmektedir. Bunun sonucu olarak aynı durumda olan kimseler hukuk karşısında eşit kabul edilir ve hukuk herkese eşit mesafede durur. Bu durum Anayasamızın 10. Maddesinde açıklanmıştır: Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.
Eşitlik kavramı, yalnızca bireylerin değil aynı zamanda hukuk kurallarını düzenleme ve uygulama yetki ve sorumluluğu altında bulunan devlet görevlilerinin de uyması gereken ölçütleri ifade etmektedir. Örneğin her vatandaş dava açarken, davası görülürken ve davasında karar verilirken eşittir. Hâkim eşitliğe aykırı olarak herhangi bir bireyi kayıramaz. Birey, kendisine başkalarıyla eşit davranılmadığını düşünürse hukuki girişimlerde bulunur. Eşitlik hem bir ilke hem de bir ölçüdür. Devlet ve hukuk kanun önünde herkesi eşit kabul etmek zorundadır.
Hukuk, kişilerin sahip olduğu hakların ve özgürlüklerin kullanılmasının başkaları veya devlet tarafından engellenmesini önleyen kurallar bütünüdür. Bu yönüyle farklı sosyal ve ekonomik durumda olan insanlar arasında bazen adaletin ve bazen de eşitliğin sağlanmasına imkân tanıyarak toplumsal düzenin devamını mümkün kılar.
Adaletin Sağlanmasında Hukukun Rolü :
Çok güçlü bir kişinin başkalarına zarar vermesini, o kişinin özgürlüğü olarak kabul ettiğimizi varsayalım. Bu durumda diğer insanların bütün özgürlükleri ortadan kalkacak demektir. İşte böyle durumlarda hukuk devreye girer ve güçlü de olsa kişilerin başkalarına zarar verme ve güç kullanma özgürlüklerini sınırlar.
Herhangi bir kimse eşyamıza, evimize, sevdiğimiz birine veya hayvanımıza zarar verebilir. Böyle bir durumla karşılaştığımızda bize zarar veren kişiye, bizim de zarar verme özgürlüğümüz yoktur. Bunun yerine ilgili devlet kurumlarına başvurmak ve hakkımızın hukuki yollarla devletçe korunmasını sağlamak zorundayız. Çünkü herkes kendi hakkını kendi arama veya güç kullanma özgürlüğüne sahip olsa güçlü olan güçsüzü ezer, toplumun düzeni bozulur ve toplumda düzensizlik ortaya çıkar.
Bütün bunlar da bize, hukukun bazı özgürlükleri tanırken bazılarını da kısıtlayabileceğini göstermektedir. Ancak bu durumu yadırgamamak gerekir. Zira herkesin sınırsız özgürlüklere sahip bulunduğu bir yerde hiç kimsenin özgür olamayacağı gerçeği unutulmamalıdır. Dolayısıyla özgürlüklerin kullanılmasında ve korunmasında güveneceğimiz tek güç hukuktur.